Koronavirüs Döneminde ‘’Farklılaşma’’
Pandemik bir salgın, beklenmeyen gelişmeler ve öngörülemeyen sonuçlar… Malumunuz, ‘’yeni umutlar’’ nidalarıyla girdiğimiz 2020, hiçbirimize beklediğimiz güzellikleri getirmedi. Kağıtlarımıza yazdığımız yeni yıl hedeflerini bir kenara bırakıp izole bir yaşama adapte olmaya çalışıyoruz. Koronavirüs denen illete topyekün benzer duygularla sitem ediyoruz. Üretim, tüketim, hayata bakış ve yaşamın seyri konularında ister istemez farklılaşma seyrediyoruz. Aslında biz de farklılaşıyoruz…
Değişen Ne?
Son zamanların gözde sohbet konusu: ‘’Koronavirüs bittiğinde hayat nasıl olacak?’’ Konuyla ilgili hemen herkes çeşitli fikirler sunuyor. Çoğunluk, dünyanın başka bir yöne evrileceğinden, küçük bir kesimse hiçbir şeyin değişmeyeceği görüşünden yana taraf oluyor. Aslında değişim çoktan başladı…
Karantinaya girmek üzere olduğumuz günleri hatırlıyor musunuz? Düşünceleriniz neydi? Hastalığı ve bulaşıcılığını bugünkü kadar dert ediyor muydunuz? Muhtemelen hayır çünkü hiç tecrübe etmediğimiz bir durumla karşı karşıyaydık.
Önce süreci reddettik. ‘’Buraya gelene kadar bir çaresi bulunur.’’ görüşüne inanmak istedik. Durum ciddiyetini kaybetmedi ve sorular sormaya başladık. ‘’Virüsten nasıl korunuruz?’’ evresine geçince endişemiz artmaya başladı. Virüs Türkiye’ye geldi ve içinde bulunduğumuz sürece ilk adımı attık: toplumsal izolasyon…
Değişimin asıl başladığı yer de burası zaten. Daha önce uzun süre –zorunlu- evde olmakla ilgili herhangi bir fikrimiz yoktu. Buna sosyal hayatı pek renkli olmayan kişiler de dahil; evde olmak bu grup için de hiçbir zaman zorunluluk nedeni olmamıştı. Çoğumuz beklenen sonuçlara yöneldi. Netflix’in dibine vurduk, okumadığımız kitapları okumaya başladık, kısa egzersiz programları indirdik, puzzle satışlarını patlattık vs. Yaptığımız şey ihtiyaç halinde camı kırmaktı. Peki, ya camın içinde olmayan markalar?
‘’Netflix de Dört Ayağının Üstüne Düştü Canım’’
Sürecin ‘’şanslı’’ markası yok. Camın içindeki markaların bugünün temellerini yıllar önce attı ve şimdi meyvelerini topluyor. Ne dizi-film ne de online gıda firmalarının başına talih kuşu konmadı. Hepsi hedef kitlelerini iyi seçtiler, konumlandırma ve iletişim çalışmalarıyla farklılaştılar. Biraz daha ileri gidersek, bahsettiğimiz hemen tüm markalar lovemark olma başarısına zaten daha önce ulaşmış markalar…
Konuya bir kez daha sürecin gözde cümlelerinden biriyle devam edelim: ‘’Kriz fırsat doğurur.’’ Doğru, fakat kime doğurur? ‘’Hemen bir Instagram hesabı açıp, cıvıl cıvıl görsellerle donatalım.’’ diyenler için doğurur mu mesela? Hayır, doğurmaz. ‘’Hemen bir Instagram açıp farklı, cıvıl cıvıl bir profil yapalım.’’ diyenler için? Hayır, doğurmaz. ‘’Farklı bir şeyler yapalım.’’ diyenler için de mi doğurmaz? Maalesef yine hayır. Do-ğur-maz. Çok daha fazlası gerekir…
‘’Farkılaşmak’’
Bir kimse farklılaşmak kelimesini sıkça kullanıyorsa, anlayın ki farklılaşmaya dair hiçbir bilgisi yok demektir. Farklılaşmak tam olarak hiç kimsenin düşünmediğini düşünmek demek de değildir. Aksine, herkesin ne düşündüğünü anlayıp yeni bir çözüm önerisi sunmak demektir. Markanın ürününü ve hedef kitlesini tanıyıp bağ kurmasını sağlayamıyorsanız yaptığınız tüm neon görselleri çöp kutusuna atmakta beis görmeyiniz.
Peki, bu dönemde nasıl farklılaşabiliriz? Yeni bir dönemde olduğumuzu ve yepyeni bir dönemin daha (karantina sonrası) gelmek üzere olduğunu bilerek farklılaşabiliriz. Yalnızca bir ürün değil, bir umut ortaklığı da bahşetmemiz gerektiğini bilerek farklılaşabiliriz. Aksi takdirde, ‘’Her şeyi yapıyoruz yahu, neden olmuyor?’’ diyerek geçireceğiniz bir dönem sizi bekler…
Sözün özü; farklılaşmak için önce hangi alanda fark yaratacağınızı bilmeniz gerekir. Fikirlerinizin ruhu olması gerekir. Doğru konumlandırma yapmak gerekir. Mecra yönetimini doğru ellere teslim etmek gerekir. Farklı olanı takip etmek değil, farklı bir şey söylemek gerekir. Bu da demek oluyor ki; yaratıcılığa her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç var…
Dileriz; yaratıcılık, şans ve fırsatlar yanınızda olur…
Evde, sağlıklı ve pozitif kalmanız dileğiyle…